Erol Çelik
3. kitabı 19 Numaralı Koltuk'ta yer alan Darbe isimli öykü.
DARBE
( 1 )
“Merhaba Volkan Bey, sizinle
tanışmak beni onurlandırdı. İnanın karşınızda saygıyla eğilmekten
gocunmuyorum.”
“Teşekkür ederim delikanlı. Ne
güzel bir karşılama. Hayatımın son günlerinde sevildiğimi bilmek çok güzel.”
“Sevilmek mi efendim, siz tam bir
halk kahramanı oldunuz. Yazacağınız yeni öyküyü kaç kişinin beklediğini
bilseniz, inanamazsınız.”
“Demek öyle.”
“Evet efendim, eski kitaplarınızın
kaç kere yaşandığını, hatta yaşanmaya devam ettiğini tahmin bile edemezsiniz.
Çinliler sizin öykülerinizin birçoğundan simülasyonlar yapmaya başladı bile. Oysaki
Çinliler öyle kolay kolay bizim yazarlarımızın öykülerine yer vermiyorlar.”
“Bu da benim sonumu getirecek
değil mi?”
“Sakın korkmayın efendim, tamamen
koruma altındasınız. Değil bu hükümet, bütün dünya bir olsa sizi bulamazlar.”
Volkan Hasanoğlu, gizlice seyahat
ettiği siyah camlı aracından bir süre dışarıyı, teknolojik olarak gelişmiş ama
insanlık olarak körelmiş İstanbul sokaklarını seyretti. Bu sokaklarda yürümeyi
özleyip özlemediğini bile hatırlamıyordu. Yetmiş yaşını bitireli birkaç yıl
olmuştu ve o birkaç yıl öncesine kadar mükemmel denecek bir yaşantısı vardı.
Şimdi devlet tarafından birinci derecede aranan bir kanun kaçağıydı.
Suçu ise, öykü yazmaktı.
“Efendim, üzerinizde hiçbir
dijital aletin olmadığından eminsiniz değil mi? Kol saati, cep bilgisayarı,
hatta sağlık kiti.”
“Sağlık kitini niye istiyorsunuz?
Ben yetmiş yaşındayım ve o aptal cihaz benim her şeyim.”
“Onu bana hemen verin efendim.
Sonuçta o da dijital bir alet. Polisin elindeki sistem, kalp pilinizden bile
yerinizi tespit edebiliyor. Merak etmeyin, eski yöntemlerle sağlığınız kontrol
altına alınacaktır. Sağlık kitine bağımlı kalmanıza gerek kalmayacak.”
“Ama sağlığımla ilgili tüm
geçmişim o cihazın hafızasında depolu halde, eğer yok edersek nasıl kontrol
edeceğiz?”
“Sizi çok iyi anlıyorum ama bunun
bir tuzak olduğunu söylemek istiyorum. O cihaz, sizin ona bağımlı kalmanız için
tasarlanmıştır. Yani son elli yıldır sürdürülen bir politika bu, sizi tam
iyileştirmiyorlar, durumunuzu stabil tutup bağımlı olmanızı sağlıyorlar. Bize
güvenin, sağlık kitinize gerek kalmayacak.”
“Güvenmekten başka çarem yok
zaten. Tamam, söylediğini yapacağım.”
“Çok teşekkür ederim efendim.”
Volkan Hasanoğlu çok fonksiyonlu
çantasından, son dijital aletini çıkarttı ve on dakika önce bir ordu insanla
gelip kendisini gizlice kaçıran bu delikanlıya verdi. Delikanlı otuzlu
yaşlarda, yuvarlak yüzlü ve oldukça işinin ehli birine benziyordu. Çağın bütün
gençleri gibi o da en yüksek eğitimi almış olmalıydı, yoksa duruşundaki bu
kendine güvenmişlik nerden geliyor olabilirdi?
Sağlık kitini alan delikanlı, penseye
benzeyen bir aletle onu ezerek, parçaladı.
“Bu sizin güvenliğiniz için. Beş
dakika sonra İstanbul’u terk etmiş olacağız. Saat on dörtte sizi liderimizle
tanıştıracağım ve daha sonra yüksek güvenlikli çalışma odanıza varmış
olacaksınız. Bütün istekleriniz karşılanacak ve size vereceğimiz daktiloyla
tekrar yazmaya başlayabileceksiniz.”
“Daktilo mu?”
“Evet efendim, hiçbir dijital
platforma bağlı olmayan, bildiğiniz mekanik daktilo. Biraz ilkel bir alet ama
güvenliğiniz için buna mecburuz.”
“Anladım. Her halükarda hapis
hayatı yaşayacağım yani.”
“Efendim, eğer yönetim sizi
yakalarsa bir daha yazamaz ve bizi kurtaramazsınız. Eğer geçici bir sıkıyönetimle
bizim himayemizde olursanız, yazacağınız yeni öyküyle düzeni
değiştirebileceksiniz.”
“Haklısın. Eğer anlattığınız
gibiyse, yeni öyküm yönetimi sarsacak. Tabii bu benim ölüm fermanım olacak ama
ne de olsa ölüm beni korkutamayacak kadar yakınımda. Anlamışım değil mi?”
Delikanlı, hayran olduğu yazara
büyülenmiş gibi baktı.
“Eğer saygısızlık etmeyeceksem,
yeni öykünüzün adını öğrenebilir miyim?”
Volkan Hasanoğlu, delikanlıya
gülümsedi. Hiç korkmuyordu. Sonuçta o, on dört kitap yazmış, yüze yakın öykü yayınlamış
bir yazardı ve ömrünün son öyküsünü yazacak kadar enerjisi kalmıştı.
“Darbe.”
“Harika! Bence oldukça amacına
hizmet eden bir isim olmuş.” Delikanlı bir çocuk gibi sevindi.
“Umarım harika olur. Sonuçta yönetimden intikam almak isteyen
sadece siz değilsiniz.”
“Haklısınız efendim. Bunu
başaracağınızdan hiçbir şüphemiz yok.”
“Teşekkür ederim.”
Artık gökdelenler geride kalmış,
akıllı yollar bitmişti. Araç şimdi yüzyıl önceki hızına geri dönmüştü. Tekirdağ
yolu üzerinde ilerliyorlardı. Yeni öyküsü hakkında bütün kurguyu kafasında
bitirmiş olan yaşlı yazar, tekrar dışarıya bakmaya başladı. Kalbi yorgundu ama
daha önemlisi buruktu. Yazmaya başladığı yıllarda beş altı bin kişilik bir okuyucu
kitlesi vardı ve bununla yetiniyor, hayatını idame ettirebiliyordu. Şimdi ise
milyonlar onun yazacağı öykünün peşindeydi. Bunu idrak etmesi kolaydı ama
kabullenmesi acı vericiydi.
“Geldik efendim. Az sonra
liderimizle tanışacaksınız ve o size bilmek istediğiniz diğer bütün her şeyi
anlatacak. Umarım bizi bu esaretten kurtarırsınız.”
“Umarım.” Yazar, delikanlıya dikkatli
bir ifadeyle baktı. Daha sonra başını tekrar dışarıya çevirdi.
Araç, eskiden yazlık olarak
kullanılan bir siteye girdi. Sitenin girişinde iki güvenlik görevlisi vardı. Aracı
görünce hemen kapıyı açtılar. İçeri girince oldukça eski bir tatil köyüne
geldiklerini anladı. Bir süre ilerledikten sonra, kapısında dört tane korumanın
beklediği bir villanın önünde durdular. Sıralı bir şekilde dizilmiş villaların
en temizi ve canlısı buydu. Volkan Hasanoğlu araçtan inerken, sanki devlet
başkanıymış gibi güvenlikler etrafını sararak, abartılı bir şekilde çevreyi
gözlemeye başladılar. Ellerindeki silahlar haricinde garip görünümlü elektronik
aletleri vardı. Villanın kapısında uzun boylu, sakallı bir adam belirdi. Anlaşılan
lider bu adamdı. Ondan başka hiç kimsenin sakalı yoktu, ondan başka hiç kimsede
liderlik pırıltısı yoktu.
“Hoş geldiniz efendim. Önünüzde
saygıyla eğilmekten gocunmuyorum.”
( 2 )
“Size her şeyi baştan anlatmam
gerekecek.”
Volkan Hasanoğlu, liderin ardından
bu büyük ve sade odaya girdiğinden beri, yıllardır özlediği tuhaf bir duygunun
esiri olmuştu. Hemen hemen hiç bir elektronik eşyanın olmadığı odada yalnız
değillerdi. Liderin çalışma masasın sağında bir dinlenme koltuğu vardı, genç
bir adam koltuğa uzanmış kitap okuyor, elindeki kalemle notlar alıyordu.
“Burada tam olarak ne
yapıyorsunuz?”
“Bizler yönetimin yasakladığı
kitapları okuyor ve onları hayata nasıl geçireceğimize bakıyoruz.”
“Anladım, çok iyi organize
olmuşsunuz.”
“Tam da öyle. Bu binada sadece
otuz kişiyiz ama Türkiye’nin her yerinde adamlarımız var. Sayımız toplamda dört
bin civarında. Eğer siz bize yardımcı olursanız, tekrar insanlar okumaya
başlayacak ve her şey düzelecek.”
“Benim öykümün bu kadar çok şeyi
değiştireceği fikrine nereden kapıldınız peki? Bence bu biraz fazla değil mi?”
“Biraz önce söylemiş olduğunuz
gibi, iyi organize olduk. Ve sadece bize bir ateşleyici lazım. O da sizsiniz.
Sizden sadece öykünüzü yazmanızı, gerisini bize bırakmanızı bekliyoruz.
Göreceksiniz, hem sizin için, hem bizim için oldukça iyi sonuçlar verecek.”
“Tamam, yardımcı olacağımı zaten
söylemiştim. Ama daha iyi idrak edebilmem için daha fazla bilgiye ihtiyacım
var.” Adam merak ve hoşnutlukla etrafını setretmeye koyulunca, lider, bu seyre
bir süre susarak müsaade etti.
Yazar bu suskunluğu fark edip
döndüğünde, lider çekmeceden bir dosya çıkartıyordu. Yazarın meraklı bakışları
arasında dosyayı onun önüne uzattı.
“Bu, yeni yasanın bir kopyası.
Yasa kati bir dille kitap okumayı ve bu kitapları gerçek oyunlara çevirmeyi
yasaklıyor.”
“Bu yasağa neden gerek duydular?”
Aslında sorduğu sorunun cevabını
biliyordu ama son yıllarda kaçak yaşadığı için birçok şeyi takip edememişti.
“Bakın, Temmuz 2078 134325as yasasına
göre, kitap okumak yasaklandı. Gerekçe ise, insanların kitaplardaki öyküleri
gerçek hayata uygulayarak, oyun yaratması. Bunun sonucunda birçok suç gelişti.
Örnek olarak sizin kitaplarınızdan birini vereceğim. ‘Beyaz Adamlar’ adlı
kitabınızdaki öykülerden bir tanesini yaşayan bir genç, kendini oradaki katilin
yerine koydu ve seri cinayetler işledi. İnanın muhteşem bir öyküdür. Hepimiz o
öyküyü birkaç kez yaşadık. Elbette kimseyi öldürmedik ama o genç kendini
kaptırıp cinayetler işledi. Şu an, sizin kitaplarınız ve diğer bütün kitaplar
toplatıldığı halde, el altından kitaplarınızın satışı devam ediyor.
Anlayacağınız, dışarıda insanlar cinayet işlemeyi bırakmadılar.”
“Eyvah! Yazdığım gerilim öyküsünü
bir genç gerçek hayata uyguluyor, kendini oradaki katilin yerine koyuyor,
gerekli ortamı hazırlıyor ve birilerini öldürüyor, öyle mi?”
“Aynen öyle. Ama sizin bir suçunuz
yok. İnsanlar yabancı yazarları da okuyor ve yaşıyorlar ama sizin öyküleriniz
bu ülkede geçtiği için, daha elverişli.”
“Aslına bakarsan devletin bu
yasayı çıkartmasında bir yanlış yok. Ben kimse cinayet işlesin diye o öyküleri
yazmadım. Olaylar buraya geldiyse muhakkak önlem alınması gerek.”
Lider, başını geriye doğru çekti
ve öfkesini gizlemeye çalıştı. Daha sonra derin bir soluk alarak yazara doğru
eğilerek, devam etti.
“Tekrar söylüyorum, karşınızda
saygıyla eğilmekten gocunmam ama beni ve bu ülkenin yasakçı zihniyetine
başkaldıran binlerce insanı anlamanızı istiyorum. Bizler anarşik bir eylemin
üyeleri değiliz, devrim gibi safsatalar peşinde koşmuyoruz. Sadece herkesin
gönlünce kitap okumasını ve yaşamasını istiyoruz. Bu çağda, bundan başkasını
yapamayacak hale geldik.”
“Peki, cinayetler ne olacak o
zaman?”
“İstanbul’da kaç kişi yaşıyor
biliyor musunuz? Ben söyleyeyim, tam elli dört milyon insan. Bu rakam çok daha
fazla olabilirdi ama mecburi göç yasasından haberiniz olmuştur. Yani insanların
bütün eğlencesini elinden almaya kalkarsanız, cinayette işlenir, yolsuzlukta
yapılır. Cinayetler, yasakların çıkmasından sonra başladı. Eğer yasak kalkar,
devlet düzgün bir kontrol sağlarsa, cinayetlerin büyük bir kısmı engellenir.”
“Anlamıyorum. Neden başka bir
eğlence bulmuyorsunuz? Neden kitap okuyup, kahramanların hayatlarını taklit
ediyorsunuz.”
“Cevap çok basit Volkan Bey, bunun
adı gerçek yaşam. Biz monotonlaşan hayatlarımızı renklendirmeye çalışıyoruz.
Size bir örnekte vereyim. Kadıköy’de bir plato kuruldu. Tabii yasaktan önce,
şimdi kapalı. Platonun özelliği, savaş öyküleri sevenlere gereken atmosferi
sağlamaktı. Öykünüzü sisteme giriyordunuz ve kahramanınızı belirliyordunuz,
sonra her şeyi gerçek olarak yaşıyordunuz. Bu nasıl sizce? Bunun adına kontrol
deniyor. Ama yönetim, kontrolü yasakla sağlamaya çalışıyor. Şimdi bütün öyküler
karaborsada. Ve insanlar öfkeli. En çok satılan öyküler, maalesef sizinkiler.
Şiddet ve gerilim öyküleri. Herkes birilerinin canını yakmanın yolunu arıyor.
Şimdi çivi çiviyi söker kuramından yola çıkarak bu düzeni sizle bozacağız.”
“Bu aralar en çok okunan benim
öykülerim olduğu için, beni seçtiniz yani. Popülaritemi kullanıp işleri tersine
çevireceksiniz.”
“Bu biraz acımasızca geliyor
kulağa ama tek ihtiyacımız, yazacağınız yeni öykünün bir an önce dağıtılması.
Diğer her şey hazır.”
“Yeni öyküm el altından satılacak
ve hükümeti devireceğiz, öyle mi?”
“Aynen öyle. El altından
dağıtacağız, yani satış olmayacak. Maddi bir gelire ihtiyacımız yok.”
“Yazacağım öykü, böyle bir amaca
hizmet edecek mi? Şüpheliyim.”
“Siz öykünüzü yazın, gerisini bize
bırakın. Dört bin üye sizi bekliyor.”
“Ya başaramazsak?”
Lider ilk kez öfkesini açıkça
belli etti. Eliyle yardımcılarından birine işaret ederek bir şey istedi. Yazara
tekrar döndüğünde öfkesi silinmemişti.
“Volkan Bey, bize yardımcı olmak
zorundasınız. Sonuçta bu yasa sizi idam etmenin peşinde. Ve bizleri uyuşturup
robotlar gibi yaşamaya mahkûm etmek istiyorlar. Piyasaya sürdükleri grip
ilaçlarında bile insanları monotonlaştıran kimyasal bileşenler var.”
“Anlamıyorum. Diyelim ki hükümet
bu yasayı kaldırdı ve sizler yeniden kitap okuyup bunları yaşamaya başlayacaksınız,
ya daha sonra ne olacak? Bu oyundan da sıkıldığınızda ne olacak?”
“Biz bu yasayı kaldırmak için
savaş vermiyoruz efendim, biz hükümeti devirmek istiyoruz.”
“Hadi canım sizde, bu çağda
hükümet devirmek o kadar kolay mı? Hele bunu bir öyküyle sağlamak.”
“Hem de çok kolay.” Lider sakindi
artık. Büyük bir balık tutmanın keyfiyle yüzündeki güven arttı. “Bakın,
insanlar televizyon izlemiyor, spor yapmıyor, sinemaya gitmiyor, gazete
okumuyor ve mecbur bırakıldıkları hiç bir şeyi istemiyor. Dijital
arkadaşlıklardan, hazır yemeklerden ve kötü müzikten bıktı. İnsanlar okumaktan
ve okuduklarını yaşamaktan hoşlanıyorlar. Okudukları aşkları, maceraları,
mücadeleleri yaşamak istiyorlar. Bu, hükümet için büyük bir tehdit. Biz tam bu
noktada el altından yeni bir öykü yayacağız. Hem de en sevdikleri yazarın
kaleminden ve taptaze. En son öykü bir yıl önce yayınlandı bunu biliyor
musunuz?”
“Daha iyi anlıyorum ama anlattıklarınız
beni korkutuyor, üzerimde büyük bir baskı oluşturuyor. O kadar sistematik bir
kurguyu nasıl yazacağım konusu beni geriyor. Aslında bunu yapmak istiyorum. Neye
mal olursa olsun, sonucu ne olursa olsun o öyküyü yazmak istiyorum.”
“Evet, bunu sadece siz
yapabilirsiniz. Ben ve tüm ekibim size sonsuz güveniyoruz. Lütfen bizi bu
esaretten kurtarın. Ne yazacağınızı bilmem ama halkı uyandırmamız gerek. Bu
alçakça düzeni dağıtmalıyız.” Lider dişlerini sıkmış, kendini olayın büyüsüne
kaptırmıştı.
“Anlıyorum.”
“Üzgünüm her şeyi hızla ve
karmaşık anlatıyorum, çünkü zamanımız çok az. Sizin bütün güvenliğinizden biz
sorumluyuz. On dört tane yüksek bilgisayar mühendisi ve bir o kadar da ileri
güvenlik uzmanı tarafından korunacaksınız. Yazdığınız her bölüm anında
üyelerimize ulaşacak ve değişim başlayacak. Şimdi kafanıza takılan başka bir
şey var mı? Lütfen söyleyin bu çok önemli.”
“Aslında çok şey var aklımda ama
öykümü yazacağım. Buna karar verdim zaten, yazıp size vereceğim. Sonuçta ben
bunu yapmazsam işler çığırından çıkacak.”
“Hayır, çıktı bile. Her gün
binlerce insan öldürülüyor.”
“Anladım, elimde olmadan yaptığım
karmaşayı yine aynı yöntemle, yani yazarak düzelteceğim. Sonra da
aklanacağım.”
“Sizin bir suçunuz yok demiştim
ama görüş açınıza saygı gösteriyorum. Sonuçta sizin beyniniz, en iyisini
kurgular.”
Tam o sırada yanlarına bir kadın
geldi. Elinde bir tepsi ve üzerinde iki bardak vardı.
“Bu nedir?”
Lider gülümsedi.
“Çay efendim, organik, gerçek
Karadeniz çayı, özlemişsinizdir. Malum yasakçı yönetimin, yıllar önce komik bir
sebeple engellediği çay. Afiyet olsun.”
Volkan Hasanoğlu çocuk gibi
sevinmişti. Uzandı ve klasik çay bardaklarından birine aldı.
“Kıtlama mı içersiniz?”
“Beni nasıl kandıracağınızı iyi biliyorsunuz.”
( 3 )
On altı gün sonra, öyküsünün ilk
bölümünü bitirişinin ikinci gününde, yazarı ziyarete gelen lider, Volkan
Hasanoğlu’nu daktilosunun başında göremedi. Yazar, dinlenme koltuğunda oturmuş
kalınca bir kitap okuyordu. Lider, kapıyı saygıyla çalmış ve içeri girer girmez
yüzündeki tebessümle odayı aydınlatmıştı.
“Efendim, muhteşem haberlerim var
size.”
Yazar koltuktan uyuşuk ama meraklı
hareketlerle kalkarak liderin coşkusunu karşıladığında, içindeki ümit tam
anlamıyla alevlenmişti. Kitabı saygıyla koltuğun yanındaki çalışma masasının
üzerine bıraktı ve liderin elini sıktı.
“Seni böyle görmek ne kadar güzel
delikanlı. Anlat bakalım neler oluyor dışarıda?”
Lider çalışma masasının diğer
tarafındaki sandalyeye oturdu ve yazara da oturmasını nazikçe işaret etti.
Yaşlı adam konuğu kadar hızlı hareket edemiyor olsa da, yine de hatırı sayılır
bir çabuklukla daktilosunun başına geçti.
“Efendim, öykünün ilk bölümünü
bütün ekibimize dağıttık, şu kadarını söylemek istiyorum, okuyan herkes hayran
kaldı.”
Yazar bu tepki karşısında biraz
olsun şaşırdı ama bunu kuşku olarak yansıttı.
“Ağır ol bakalım, daha yirmi
sayfalık bir ilk bölümden bahsediyoruz. Burada abartacak bir şey yok.”
“Ah, bu alçak gönüllülüğünüzün
önünde eğilmekten gocunmuyorum. Şu an dışarıda yazdığınız Kemal karakterini
oynamaya başlayan kaç kişi var, bir bilseniz.”
“Ama öykü daha bitmedi ki, hatta
daha yeni başladı. Ben dâhil hiç kimse öykünün sonunda ne olacağını
bilmiyoruz.”
“Doğru söylüyorsunuz ama biz öykünün
bitmesini bekleyerek zaman geçirmeyi göze alamayız. O yüzden bütün inancımızla
bu oyuna başladık bile. Siz ve ben haricinde, ekibimizin geri kalan her üyesi,
o öykünün ilk bölümünü özümsedi bile. Yeni bölümün gelmesini iple çekiyorlar.
Herkes evinde bir masa kurmuş ve masanın başında planlarını yapmaya başlamış
bile. Dört bin değişik plan hazır.” Lider karşısındaki yaşlı adama o kadar
gururla bakıyordu ki, kendini kaybettiğinden haberi yoktu. “Daha öykünün adını
duyunca insanlar olayın büyüsüne kapıldılar. ‘Darbe!’”
Volkan Hasanoğlu liderin
gözlerindeki ışıltıda yolunu bulmaya çalışıyormuş gibi, bakışlarını genç adamın
gözlerinden çekmeden dinliyordu. Konuşma bitince renkler normale döndü.
“Delikanlı işlerin bu kadar hızlı
ilerlemesi sence doğal mı?”
“İstediğimiz bu zaten. Hızla
başlayalım ve onlar daha ne olduğunu anlamadan savunmalarını parçalayalım.”
Yazar geriye doğru yaslandı, derin
bir soluk alarak düşünmeye çalıştı. Bir kahraman yaratmak, ona zaferler
kazandırmak, yenilmez yapmak kâğıt üzerinde o kadar kolaydı ki, sadece
daktilonun doğru tuşlarına basmak kadar basitti. Hayal ürünü düşmanlar, yazarın
inisiyatifi doğrultusunda yapılan yanlışlar, kahramanın değilse bile, ona hayat
veren yazarın bildiği gerçekler.
Yazar, soluğunu tuttuğunu canı
yanınca anladı ve hızla soluğunu düzene soktu.
“Bak delikanlı ben yaşlı bir
adamım ve anlattığın her şey benim sırtımdaki yükü daha çoğaltıyor. Baskı
altında yazacağım yanlış bir şey, her şeyi mahvedebilir. Üstelik herkes plan
yaptı diyorsun ama kahramanın planı daha belli değil. Sadece planlar yapmaya
başladığını yazdım.”
“Endişenizi anlıyorum efendim. Siz
hiç merak etmeyin. Tek bir kuralımız var, öyküde yazılanın dışına çıkmayacağız.
Diğer taraftan, siz öyküyü yazarken süreç zaten sizin yazdığınız boyutta ve
süratte ilerliyor. O yüzden kendinizi hiç baskı altında hissetmeyin. Ben her
şeyin tahmin ettiğimizden bile iyi başladığını bildirmeye ve bir ihtiyacınızın
olup olmadığını öğrenmeye geldim.”
Yazarın içi biraz olsun serinlemiş
olmalıydı ki, yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu.
“Biliyor musun ikinci bölüme
başladım.”
“Harika.”
“Ama durdurdum.”
Lider kaşlarını çattı. “Neden
efendim? Yolunda gitmeyen bir şey mi var?”
“Hayır, tam kilit noktadayım ve
stratejik bir karar vermeliyim, o yüzden iki gündür okuyorum. Önümde iki
seçeneğim var ve birini seçmeliyim.”
“Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Beni sahaya çıkarman gerek.”
“Anlamadım.” Lider elinde olmadan
ayağa kalktı ve tuhaf bir şekilde yazarın kapıdan çıkmasını engellemeye
çalışacakmış gibi kapıya yönlendi.
Yazar şaşkınlıkla genç adamın
bocalamasına baktı. “Sakin ol delikanlı, beni bir kereliğine sahaya
çıkaracaksın ve söylediğim yerlere götüreceksin, daha sonra kararımı verip
hızla öykümü bitireceğim.”
“Neden efendim? Öğrenmeniz gereken
her şey için her birimden, her kesimden insanlarla görüştürdüm sizi. Her
binanın planını, her silahın özelliklerini açıkladık size. Askeri strateji
uzmanlarıyla, polis merkezinden kritik insanlarla görüşmeler sağladık. Bilmeniz
gereken başka şeyler varsa hepsini size seve seve sağlayabilirim ama dışarıya
çıkmanız hiç güvenli değil.” Lider korkmuştu gerçekten ve bunu belli etmekten
de çekinmiyordu.
“Hepsini inceledim, herkesle
görüştüm ama on beş gün içinde böylesine bir kararı vermek çok zor. Ama bir
yolunu buldum. Okuduğum kitaplardan biri bana çözümü sundu. Sadece dışarı çıkıp
küçük bir araştırma yapmalıyım. Bunun için müsaade edeceksin. Beni anlıyor musun?
Yoksa bunca insanı saçma sapan bir rüyanın peşinden sürükleyemem.”
“Efendim dışarı çıkmanız çok
tehlikeli. Sizi korumak için sarf ettiğimiz çaba her an boşa gidebilir.”
“Bütün çabalar boşa gidebilir.”
Lider yaşlı adamın kararlılığı
karşısında ezildi ama içindeki coşku artarak yükselirken, başıyla yazarı
onayladı.
“Ben hazırlıklara başlıyorum
efendim. Başka istediğiniz bir şey var mı?”
“Evet, var. Benim öykümü oynamaya
başlayan biriyle konuşmak istiyorum. Nasıl bir etki yaratmışım görmek
istiyorum. Hatta o kişiyi sürekli incelemek ve analiz etmek iyi olabilir.”
“Nasıl isterseniz.”
Lider kapıdan çıktığında geride,
harflerden örülü bir ağın tam ortasında yazarı bırakmıştı.
( 4 )
Lider tekrar odaya girdiğinde
aradan on iki saat geçmiş, yazarı çalışma odasının diğer ucundaki uyuma
koltuğunda, ilkel bir tıbbi cihazın hemen yanında kendinden geçmiş bir halde
bulmuştu. Sabahın dört buçuğunda kalkması gerektiğini bilmeyen Volkan Hasanoğlu,
kendini rüyalarına teslim etmiş olmalıydı.
Bir saat sonra, tam korumalı o
siyah arabayla İstanbul sokaklarındaydılar. Dört araçlık çok sıkı bir güvenlik
sağlanmıştı. Gidilecek yerler, geçilecek yollar, yazarın belirlediği doğrultuda
ayarlanmış, her yere darbenin adamları konmuştu.
Aslında yazarın istediği yerlerin
yarısından çoğu araç trafiğine kapalı olduğu için ve diğer hiçbir ulaşım aracına
binmesine izin verilmediği için, gezisi yarıda kalacaktı. Yine de doyurucu bir
gezi olmuştu.
Taksim meydanından geçerlerken
insanları seyreden yazar, kendini tuhaf hissetti. İnsanlar sadece yürüyorlardı.
“Bir sene evveline kadar bu
caddenin üzeri çok canlıydı. Panayır alanı gibiydi. Herkes bir kitabın kahramanıydı
ve onu yaşıyordu. Şimdi insanlar ne kadar monoton, ne kadar kalıplaştırılmışlar
değil mi?” Lider, yazarın yüzüne bakmadan derin bir kederle konuştu.
Siyah araç sahil yoluna inip Bebek
istikametine ilerlerken, akıllı yolların üzerinde asılı olan elektronik reklam
tabelalarında, durmadan tanıtımlar dönüyordu. Halkın devlet televizyonunu
izlemesini, devlet radyolarını dinlemesini ve milli maçı seyretmek için futbol
sahasına gelmesini diretiyordu. İnsanların dikkatlerini hapseden elektronik
tabelalar hemen her yerdeydi.
“Futbol maçı mı? Bu yirmi yıl önce
sönen bir gelenek be, hala önümüze sürdükleri şeye bak.” Lider başını
tabelalardan ayırmadan söylendi.
Yaşlı yazar, liderin imalı
tepkilerini algılıyor, derinlemesine kabulleniyordu ama o istediği şeyleri
kendi kabullenmeliydi.
Tabelalarda yirmili yaşlarda bir
futbolcu, önündeki topu sektiriyor, ekrana gülümseyerek kaleye şut çekiyordu.
Görüntü topla beraber ilerliyor, filelerde milli takımın logosu çıkıyordu.
Aracın hızıyla tabelalardaki zamanlama iyi ayarlandığı için, bütün tanıtım
rahatça izlenebiliyordu.
“Eskiden insanlar sahile, gökyüzüne
ve birbirlerine bakarlardı. Oysa şimdilerde her yer ekran olduğu için, nefes
alacak yerimiz kalmadı.”
Yazar hiç konuşmadan ve hiç not
almadan dışarıyı seyretmeye devam etti. Üç buçuk saat sonra, hiçbir güvenlik
sorunu yaşanmadan geri dönmüşlerdi.
Volkan Hasanoğlu, çalışma masasına
oturduğu zaman arkasına yaslandı. Lider bir arzusu olup olmadığını sorduğunda
ise, yazarın gözlerinde derin bir kaygı gördü.
“Delikanlı, olayları biraz abarttığını
zannediyordum ama bugün gördüğüm manzara bana her şeyi açıkladı. Haklıymışsın.
Bu halkın darbeye ihtiyacı var.”
“Bizi anladığınız için teşekkür
ederim efendim.”
“Senden bir şey daha isteyeceğim.
Yazıma başlamadan biraz içkiye ihtiyacım var.”
Lider bir an durakladı ama sonunda
çözüldü. “Ne içmek isterseniz efendim, söylemeniz yeter.”
“İki duble rakı.”
“Çok iyi seçim efendim.”
Lider başıyla onaylarken
gülümsüyordu.
( 5 )
Bir buçuk ay içerisinde, bir edebiyatçının bu
yasakçı düzeni, bu denli hızlı değiştireceğini hiçbir tarihçi tahmin edemezdi.
Volkan Hasanoğlu çalışma
masasındaki ilkel daktilosunun başında, bir buçuk ayda ancak kırk sayfa
yazabilmiş, geri kalan zamanını el altından toplattığı tarih ve strateji kitaplarını
inceleyerek, günde en az on uzmanla görüşerek geçirmişti. Şimdi bir yönetimi
devirmek, bir düzeni yıkmak için yazıyordu. Üstelik karşısında milyonlarca
polis, uzman ve bilimci vardı.
Artık son hamledeydi sıra.
Öyküsündeki kahraman, darbe girişimi için gereken çalışmayı yapmış, kendine
halktan bir ordu kurmuş, bütün sistemin açıklarını saptamış ve malzeme
depolamıştı. Darbe için birkaç sayfa yeterli olacaktı.
“Merhaba efendim. Karşınızda
saygıyla eğilmekten gocunmam. Buyurun en sevdiğiniz meyveler.”
Volkan Hasanoğlu önüne konan
gerçek meyvelerden birini aldı ve ısırırken büyük bir keyif duydu. Elmanın
ekşiliği yanaklarının mayhoşlaşmasına sebep oldu.
Yazarın hizmetiyle ilgilenen genç kadın,
saygıyla odadan çıkarken, daktilonun başındaki adama umutla bakınca, Volkan
Hasanoğlu’nun yine içi ürperdi. Bu her karşılaşmalarında böyle oluyor, kadın
minnetle her baktığında yaşlı adamın kalbi çatırdıyordu. Her şey yolundaydı ama
o kadındaki umut kendisini korkutuyordu. O umudu taze tutması, o güveni
kaybetmemesi gerekiyordu. Diğer yandan kadını her gördüğünde, o umudun taze
olduğunu, işlerin yolunda gittiğini anlıyordu.
Düşünceleri hastalıklı bir hal
almaya başladığı sırada, odaya lider girdi. Yüzü gülüyordu. Yanında yirmili
yaşlarda ama kendinden emin bir genç vardı. Genç, yazarı karşısında görünce
büyük bir saygıyla gülümsedi ve başıyla onu selamladı.
“Efendim, karşınızda saygıyla
eğilmekten gocunmam.”
“Hoş geldin delikanlı. İsmin
nedir?”
“Kemal, efendim.”
“Demek ismin Kemal, öyle mi?”
“Evet efendim.”
“Peki, Kemal komutanım, kaç
askerin var?”
“Kırk dört subay, yüz on iki
astsubay ve dört yüz seksen beş tane er ve erbaşım var.”
“Hepsi silahlı mı peki?”
“Altmış tane hafıza bombasına
ihtiyacım var ve onları temin için liderimizin yanına geldim efendim.”
“Hafıza bombasını bana açıklar
mısın genç Kemal?”
Genç Kemal, liderine döndü ve bu
gizli bilgiyi verip veremeyeceğini bakışlarıyla sordu. Lider sakallarını
kaşıdığı eliyle devam etmesini işaret etti.
“Hafıza bombası, atıldığı yerden
üç yüz metre civardaki tüm hard disk hafızalarını silen, sessiz, kokusuz ve iz
bırakmayan bir silahtır. Hükümetin böyle bir silahtan haberi olmadığı için,
savunma silahı geliştirememişlerdir.”
Yazar silah hakkında çok daha
fazla bilgiye sahipti ve silahın geliştirilmesinde birçok fikir beyan etmişti ama
karşısında kendi yarattığı bir kahramandan bunları duymak onu çok fazla
rahatlatıyordu.
“Çok güzel ama sadece hafıza
bombası mı kullanacaksınız?”
“Hayır efendim, askerlerim gereken
eğitimden geçti ve gereken silahlarla donatıldı. Öykünün son bölümündeki
hareket planına uyarak, oldukça kapsamlı bir darbe gerçekleştireceğimizden
eminim.”
Yazar korku ve gurur karışımı bir
ses tonuyla karşısındakini sınamaya devam etti. “Demek bu kadar eminsin, söyle
bakalım nasıl emin olabiliyorsun?”
“Biz yazılmış bir öyküyü yaşıyoruz
efendim. Darbe girişimi, eğer öyküde gerçekleşiyorsa, bizde onu yaşayacağız. Bu
yüzden her şeyi harfiyen yerine getiriyoruz.”
“Peki, genç Kemal son bir soru
soracağım ve seni zaferini yaşaman için rahat bırakacağım.”
“Gocunmam efendim.”
“Gerçek adın nedir?”
Genç Kemal duydukları karşısında
bir an afalladı. O büyük zafer kazanacak bir komutandı, o yüzden hemen kendine
geldi. Tekrar liderine baktı ama bu sefer hiçbir tepki alamadı.
Yazara döndü ve gururla konuştu.
“İsmim Kemal efendim. Kırk dört
subay…”
( 6 )
Dikkatle yazmaya devam etti.
Baskı, endişe ve yorgunluk dünyasını balçık gibi sararken, bunlar kendini çok
daha fazla işine vermesine yol açtı. Yazdı, yemek yedi, yazdı, uyudu ve sonunda
sıra darbenin düğmesine basmaya geldi. Artık birkaç cümle yazacak ve büyük bir
orduyu harekete geçirecekti. Son hamleyi yapmadan önce lideri çağırmak için
kapıya yöneldi.
Üç dakika sonra lider kapıdan
girecekti, yazar bu kadar bile beklemek istemiyordu. Yazdığı öyküye o denli
kendini kaptırmıştı ki, dışarı çıkıp kendisi de bir ordu kurmak istiyordu.
Beyni hariç her yeri uyuşmuş, vücudu dört duvar arasında kalmaktan solmuştu.
Kısa bir an sonra saçma
düşündüğünü kabul edip, mahkûm olduğu daktilosunun başına geçip, beklemeye
başladı. Lider içeriye girdiğinde yorgun ve yaşlı bir adamla karşılaştı.
“Karşınızda saygıyla eğilmekten
gocunmam. Bitti mi efendim?”
“Teşekkür ederim. Hayır, bitmedi
ama bitmesi için birkaç cümle yazmam yeterli olacak. Önce anlat bakalım nasıl
gidiyor?”
“Tek kelimeyle muhteşem.”
“Öyle mi?”
“Evet efendim her şey yoluna girdi.
Herkes öykünün son bölümünü bekliyor.” Lider saygılı hareketlerle çalışma
masasının yanına ilişti, içindeki coşkuyu dışarı vurarak konuşmasına devam
etti. “Siz öyküye başladığınızdan beri, tam dört bin sekiz yüz on iki kişi,
sizin yarattığınız karakteri oynamaya başladı. Yani bu sayıyı, onların bulduğu
halk ordusuyla çarparsanız, korkunç bir direniş oluşmuş durumda.”
“Bunları biliyorum, hükümet hala
benim öykümü fark edemedi mi?” Sesindeki gerginlik, ıslanmış bir yaprak gibi
parıldıyordu.
“Öykünüzden haberdarlar.”
“Ne olacak peki?”
“Efendim siz farkında değilsiniz
galiba ama devlet, öykünüzdeki gizliliği çözemedi, çaresizce çırpınıyorlar.
Sadece biraz daha acele etmemiz dışında korkulacak hiçbir şey yok. Çok yakında
dünya eski düzenine dönecek efendim.”
“Anlıyorum. Hükümetin geliştirdiği
başka bir güvenlik önlemi falan var mı? Bana bütün savunma sistemlerinin
ayrıntılarını verdiniz değil mi? Son anda bir sürprizle karşılaşmayalım.”
“Efendim, devletin içinde direnişçi
ajanlarımız var. Hatta sizin kahramanınızı oynayan bir düzine devlet adamı bile
var. Bize sistemden sürekli bilgi sızdırıyorlar.”
“Koca hükümet bu öyküden haberdar
ve bunun için bir tedbir almadı mı yani? Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?”
“Efendim, şöyle açıklayayım, siz
öykünüzü yazarken, bu kapının dışındaki büyük bir ekip bu planın gerçekleşmesi
için bütün detayları en ince ayrıntısına kadar inceliyor ve yönetiyor. Bunu
yaparken benim bile tahminimden fazla bir oluşumla çalışıyoruz.”
“Vay be. Ben olayın ciddiyetini
algılayamıyorum. Sonuçta sahada değilim, bu dört duvar arasında sizlerin
sözlerinizle ilerliyorum.”
“Muhteşemsiniz efendim. Birkaç gün
sonra bu ülkenin kahramanı ilan edileceksiniz. Ve eğer kabul ederseniz, benimle
birlikte devletin başına geçmenizi istiyorum.”
Volkan Hasanoğlu gülümsedi. Bu acı
bir gülümseyişti aslında. Bu vaatlerin peşinde değildi muhakkak ama korkmaya
başlamıştı. Eğer her şeyi eline yüzüne bulaştırırsa ne olacaktı?
“Sizden bir şey isteyeceğim. Son
cümlelerimi yazmadan bu isteğimi yerine getireceğinizi umuyorum.”
“Her türlü isteğiniz, sorgusuz
yerine getirilecektir. Buyurun.”
“Sorgusuz değil mi?”
“Kesinlikle!” Lider gururluydu.
Ne olabilirdi ki?
“Bana bir silah bulmanızı
istiyorum.”
Liderin yüzü karmakarışık oldu.
“Silah mı dediniz? Neden efendim?”
“Sorgusuz demiştiniz ama.”
Lider gerildi. “Anlıyorum silahı
bulacağım ama nedenini öğrenmek istiyorum. Bunu sorgu olarak almayın.”
“Bak delikanlı, ben kontrolüm
dışında bir savaş başlatmak üzereyim ve bu savaşta çok kan dökülecek. Eğer bu
savaşı ben başlatacaksam bir silahım olmalı. Bunu anlamanı bekliyorum.
Silahsızken ve o iğrenç aletin soğukluğunu hissetmezken nasıl böyle bir şey
yapabilirim.”
“Silahı güvenliğiniz için mi
istiyorsunuz?” Lider biraz alınmış gibiydi.
Yaşlı adam gülümsedi. “Bak
delikanlı benim bir şeyden korkacak yaşım çoktan geçti. Bu konuda için rahat
olsun. Sana daha fazla açıklama vermeyeceğim. Silahı getirdiğinde öykünün
sonunu alırsın. İşte anlaşma.”
Lider kalbini saran ateşi
hissedince ne yapacağını bilemedi. Aklına mantıklı birkaç açıklama geliyordu
muhakkak ama öylesine büyük bir savaşı yönetiyordu ki, bazen olayları akışına
bırakmak zorunda olduğunu biliyordu. Mecburdu ve söyleneni yapacaktı. Yazarı
selamladı. Bakışlarıyla ve ifadesiyle ona olan hayranlığını anlattı. Daha sonra
yazarın karşısında eğildi ve kısa bir süre o şekilde bekledikten sonra
doğruldu. Bunu ömründe ilk kez yapıyordu.
“Karşınızda saygıyla eğiliyorum
efendim.”
( 7 )
Sorgusuz, bir silah temin edildi.
Volkan Hasanoğlu öyküsünü bitirdi
ve teslim etti. Dört bini aşkın ayrı ordu, darbe girişiminde bulundu. Çok kan
döküldü. Hükümet darbe girişimine boyun eğmedi ama çok yıprandı. Tarih kitapları
yeniden yazılmaya başlandı, ilk yazdıkları olay bu savaş olacaktı. Dört binden
fazla mensubu olan, dört binden fazla orduyla savaşan bir devletin
çaresizliğini yazacaklardı.
En çok hafıza bombalarından
etkilendi devlet. Yazılı hiçbir döküm bırakmayan çokbilmişler, ellerindeki tüm
verinin silindiğini anlayınca, yıkılmaktan beter oldular. Sadece akılda kalan
yasalarla hiçbir şey yapamayacaklarını bildikleri için, çaresiz kaldılar.
Darbeciler öyküde yazdığı gibi ilk
saldırının ardından, ana şok saldırıya hazırlanıyorlardı. Bundan kurtuluş yoktu
elbette. Her bir ordunun lideri Kemal, askerlerini tekrar topladı ve onlara
ömürlerinin en önemli konuşmasını yaptı. Yarınki saldırı son olacaktı.
Tamda öyküde yazıldığı gibi.
Lider, zafere bir karış kaldığını
bildirmek için yazarın çalışma odasına girdiğinde, onun cansız bedeniyle
karşılaştı. Aklına bu olasılık gelmişti ama bunu engelleyecek kudreti
olmamıştı.
Lider dediğin olayları
kabullenmeliydi ve her şeye hazırlıklı olmalıydı ama nihayetinde o da bir
insandı. Gözleri doldu ve yaşlı yazarın cansız bedeninin karşısında bir süre
saygıyla bekledi. Ona çok daha fazla saygı duydu, ona çok daha fazla minnet
duydu. Başını eğerek bir süre daha bu pozisyonda kendince tören yaptı.
Bu haberi, zaferlerini ilan
edinceye kadar duyurmayacaktı. Yeni kuracağı hükümetin başına geçtiğinde, Volkan
Hasanoğlu’nu kahraman ilan edecek ve devlet töreni düzenleyecekti.
Yazarın daktilosunda bir kâğıt
vardı.
Lider titreyen elleriyle kâğıdı
aldı ve okudu.
“Asla vazgeçmeyin. Öyküdeki
kahraman öyle birini örnek alıyordu ki, eğer ona inanırsanız, Türkiye Cumhuriyetini
kuran kahraman gibi, sizi kurtaracaktır.”
SON
( DARBE )
EROL ÇELİK
2005