8 Nisan 2012 Pazar

Erol Çelik ( Darbe )


Erol Çelik
3. kitabı 19 Numaralı Koltuk'ta yer alan Darbe isimli öykü.



DARBE



( 1 )




“Merhaba Volkan Bey, sizinle tanışmak beni onurlandırdı. İnanın karşınızda saygıyla eğilmekten gocunmuyorum.”
“Teşekkür ederim delikanlı. Ne güzel bir karşılama. Hayatımın son günlerinde sevildiğimi bilmek çok güzel.”
“Sevilmek mi efendim, siz tam bir halk kahramanı oldunuz. Yazacağınız yeni öyküyü kaç kişinin beklediğini bilseniz, inanamazsınız.”
“Demek öyle.”
“Evet efendim, eski kitaplarınızın kaç kere yaşandığını, hatta yaşanmaya devam ettiğini tahmin bile edemezsiniz. Çinliler sizin öykülerinizin birçoğundan simülasyonlar yapmaya başladı bile. Oysaki Çinliler öyle kolay kolay bizim yazarlarımızın öykülerine yer vermiyorlar.”
“Bu da benim sonumu getirecek değil mi?”
“Sakın korkmayın efendim, tamamen koruma altındasınız. Değil bu hükümet, bütün dünya bir olsa sizi bulamazlar.”
Volkan Hasanoğlu, gizlice seyahat ettiği siyah camlı aracından bir süre dışarıyı, teknolojik olarak gelişmiş ama insanlık olarak körelmiş İstanbul sokaklarını seyretti. Bu sokaklarda yürümeyi özleyip özlemediğini bile hatırlamıyordu. Yetmiş yaşını bitireli birkaç yıl olmuştu ve o birkaç yıl öncesine kadar mükemmel denecek bir yaşantısı vardı. Şimdi devlet tarafından birinci derecede aranan bir kanun kaçağıydı.
Suçu ise, öykü yazmaktı.
“Efendim, üzerinizde hiçbir dijital aletin olmadığından eminsiniz değil mi? Kol saati, cep bilgisayarı, hatta sağlık kiti.”
“Sağlık kitini niye istiyorsunuz? Ben yetmiş yaşındayım ve o aptal cihaz benim her şeyim.”
“Onu bana hemen verin efendim. Sonuçta o da dijital bir alet. Polisin elindeki sistem, kalp pilinizden bile yerinizi tespit edebiliyor. Merak etmeyin, eski yöntemlerle sağlığınız kontrol altına alınacaktır. Sağlık kitine bağımlı kalmanıza gerek kalmayacak.”
“Ama sağlığımla ilgili tüm geçmişim o cihazın hafızasında depolu halde, eğer yok edersek nasıl kontrol edeceğiz?”
“Sizi çok iyi anlıyorum ama bunun bir tuzak olduğunu söylemek istiyorum. O cihaz, sizin ona bağımlı kalmanız için tasarlanmıştır. Yani son elli yıldır sürdürülen bir politika bu, sizi tam iyileştirmiyorlar, durumunuzu stabil tutup bağımlı olmanızı sağlıyorlar. Bize güvenin, sağlık kitinize gerek kalmayacak.”
“Güvenmekten başka çarem yok zaten. Tamam, söylediğini yapacağım.”
“Çok teşekkür ederim efendim.”
Volkan Hasanoğlu çok fonksiyonlu çantasından, son dijital aletini çıkarttı ve on dakika önce bir ordu insanla gelip kendisini gizlice kaçıran bu delikanlıya verdi. Delikanlı otuzlu yaşlarda, yuvarlak yüzlü ve oldukça işinin ehli birine benziyordu. Çağın bütün gençleri gibi o da en yüksek eğitimi almış olmalıydı, yoksa duruşundaki bu kendine güvenmişlik nerden geliyor olabilirdi?
Sağlık kitini alan delikanlı, penseye benzeyen bir aletle onu ezerek, parçaladı.
“Bu sizin güvenliğiniz için. Beş dakika sonra İstanbul’u terk etmiş olacağız. Saat on dörtte sizi liderimizle tanıştıracağım ve daha sonra yüksek güvenlikli çalışma odanıza varmış olacaksınız. Bütün istekleriniz karşılanacak ve size vereceğimiz daktiloyla tekrar yazmaya başlayabileceksiniz.”
“Daktilo mu?”
“Evet efendim, hiçbir dijital platforma bağlı olmayan, bildiğiniz mekanik daktilo. Biraz ilkel bir alet ama güvenliğiniz için buna mecburuz.”
“Anladım. Her halükarda hapis hayatı yaşayacağım yani.”
“Efendim, eğer yönetim sizi yakalarsa bir daha yazamaz ve bizi kurtaramazsınız. Eğer geçici bir sıkıyönetimle bizim himayemizde olursanız, yazacağınız yeni öyküyle düzeni değiştirebileceksiniz.”
“Haklısın. Eğer anlattığınız gibiyse, yeni öyküm yönetimi sarsacak. Tabii bu benim ölüm fermanım olacak ama ne de olsa ölüm beni korkutamayacak kadar yakınımda. Anlamışım değil mi?”
Delikanlı, hayran olduğu yazara büyülenmiş gibi baktı.
“Eğer saygısızlık etmeyeceksem, yeni öykünüzün adını öğrenebilir miyim?”
Volkan Hasanoğlu, delikanlıya gülümsedi. Hiç korkmuyordu. Sonuçta o, on dört kitap yazmış, yüze yakın öykü yayınlamış bir yazardı ve ömrünün son öyküsünü yazacak kadar enerjisi kalmıştı.
“Darbe.”
“Harika! Bence oldukça amacına hizmet eden bir isim olmuş.” Delikanlı bir çocuk gibi sevindi.
“Umarım harika olur.  Sonuçta yönetimden intikam almak isteyen sadece siz değilsiniz.”
“Haklısınız efendim. Bunu başaracağınızdan hiçbir şüphemiz yok.”
“Teşekkür ederim.”
Artık gökdelenler geride kalmış, akıllı yollar bitmişti. Araç şimdi yüzyıl önceki hızına geri dönmüştü. Tekirdağ yolu üzerinde ilerliyorlardı. Yeni öyküsü hakkında bütün kurguyu kafasında bitirmiş olan yaşlı yazar, tekrar dışarıya bakmaya başladı. Kalbi yorgundu ama daha önemlisi buruktu. Yazmaya başladığı yıllarda beş altı bin kişilik bir okuyucu kitlesi vardı ve bununla yetiniyor, hayatını idame ettirebiliyordu. Şimdi ise milyonlar onun yazacağı öykünün peşindeydi. Bunu idrak etmesi kolaydı ama kabullenmesi acı vericiydi.
“Geldik efendim. Az sonra liderimizle tanışacaksınız ve o size bilmek istediğiniz diğer bütün her şeyi anlatacak. Umarım bizi bu esaretten kurtarırsınız.”
“Umarım.” Yazar, delikanlıya dikkatli bir ifadeyle baktı. Daha sonra başını tekrar dışarıya çevirdi.
Araç, eskiden yazlık olarak kullanılan bir siteye girdi. Sitenin girişinde iki güvenlik görevlisi vardı. Aracı görünce hemen kapıyı açtılar. İçeri girince oldukça eski bir tatil köyüne geldiklerini anladı. Bir süre ilerledikten sonra, kapısında dört tane korumanın beklediği bir villanın önünde durdular. Sıralı bir şekilde dizilmiş villaların en temizi ve canlısı buydu. Volkan Hasanoğlu araçtan inerken, sanki devlet başkanıymış gibi güvenlikler etrafını sararak, abartılı bir şekilde çevreyi gözlemeye başladılar. Ellerindeki silahlar haricinde garip görünümlü elektronik aletleri vardı. Villanın kapısında uzun boylu, sakallı bir adam belirdi. Anlaşılan lider bu adamdı. Ondan başka hiç kimsenin sakalı yoktu, ondan başka hiç kimsede liderlik pırıltısı yoktu.
“Hoş geldiniz efendim. Önünüzde saygıyla eğilmekten gocunmuyorum.”



( 2 )



“Size her şeyi baştan anlatmam gerekecek.”
Volkan Hasanoğlu, liderin ardından bu büyük ve sade odaya girdiğinden beri, yıllardır özlediği tuhaf bir duygunun esiri olmuştu. Hemen hemen hiç bir elektronik eşyanın olmadığı odada yalnız değillerdi. Liderin çalışma masasın sağında bir dinlenme koltuğu vardı, genç bir adam koltuğa uzanmış kitap okuyor, elindeki kalemle notlar alıyordu.
“Burada tam olarak ne yapıyorsunuz?”
“Bizler yönetimin yasakladığı kitapları okuyor ve onları hayata nasıl geçireceğimize bakıyoruz.”
“Anladım, çok iyi organize olmuşsunuz.”
“Tam da öyle. Bu binada sadece otuz kişiyiz ama Türkiye’nin her yerinde adamlarımız var. Sayımız toplamda dört bin civarında. Eğer siz bize yardımcı olursanız, tekrar insanlar okumaya başlayacak ve her şey düzelecek.”
“Benim öykümün bu kadar çok şeyi değiştireceği fikrine nereden kapıldınız peki? Bence bu biraz fazla değil mi?”
“Biraz önce söylemiş olduğunuz gibi, iyi organize olduk. Ve sadece bize bir ateşleyici lazım. O da sizsiniz. Sizden sadece öykünüzü yazmanızı, gerisini bize bırakmanızı bekliyoruz. Göreceksiniz, hem sizin için, hem bizim için oldukça iyi sonuçlar verecek.”
“Tamam, yardımcı olacağımı zaten söylemiştim. Ama daha iyi idrak edebilmem için daha fazla bilgiye ihtiyacım var.” Adam merak ve hoşnutlukla etrafını setretmeye koyulunca, lider, bu seyre bir süre susarak müsaade etti.
Yazar bu suskunluğu fark edip döndüğünde, lider çekmeceden bir dosya çıkartıyordu. Yazarın meraklı bakışları arasında dosyayı onun önüne uzattı.
“Bu, yeni yasanın bir kopyası. Yasa kati bir dille kitap okumayı ve bu kitapları gerçek oyunlara çevirmeyi yasaklıyor.”
“Bu yasağa neden gerek duydular?”
Aslında sorduğu sorunun cevabını biliyordu ama son yıllarda kaçak yaşadığı için birçok şeyi takip edememişti.
“Bakın, Temmuz 2078 134325as yasasına göre, kitap okumak yasaklandı. Gerekçe ise, insanların kitaplardaki öyküleri gerçek hayata uygulayarak, oyun yaratması. Bunun sonucunda birçok suç gelişti. Örnek olarak sizin kitaplarınızdan birini vereceğim. ‘Beyaz Adamlar’ adlı kitabınızdaki öykülerden bir tanesini yaşayan bir genç, kendini oradaki katilin yerine koydu ve seri cinayetler işledi. İnanın muhteşem bir öyküdür. Hepimiz o öyküyü birkaç kez yaşadık. Elbette kimseyi öldürmedik ama o genç kendini kaptırıp cinayetler işledi. Şu an, sizin kitaplarınız ve diğer bütün kitaplar toplatıldığı halde, el altından kitaplarınızın satışı devam ediyor. Anlayacağınız, dışarıda insanlar cinayet işlemeyi bırakmadılar.”
“Eyvah! Yazdığım gerilim öyküsünü bir genç gerçek hayata uyguluyor, kendini oradaki katilin yerine koyuyor, gerekli ortamı hazırlıyor ve birilerini öldürüyor, öyle mi?”
“Aynen öyle. Ama sizin bir suçunuz yok. İnsanlar yabancı yazarları da okuyor ve yaşıyorlar ama sizin öyküleriniz bu ülkede geçtiği için, daha elverişli.”
“Aslına bakarsan devletin bu yasayı çıkartmasında bir yanlış yok. Ben kimse cinayet işlesin diye o öyküleri yazmadım. Olaylar buraya geldiyse muhakkak önlem alınması gerek.”
Lider, başını geriye doğru çekti ve öfkesini gizlemeye çalıştı. Daha sonra derin bir soluk alarak yazara doğru eğilerek, devam etti.
“Tekrar söylüyorum, karşınızda saygıyla eğilmekten gocunmam ama beni ve bu ülkenin yasakçı zihniyetine başkaldıran binlerce insanı anlamanızı istiyorum. Bizler anarşik bir eylemin üyeleri değiliz, devrim gibi safsatalar peşinde koşmuyoruz. Sadece herkesin gönlünce kitap okumasını ve yaşamasını istiyoruz. Bu çağda, bundan başkasını yapamayacak hale geldik.”
“Peki, cinayetler ne olacak o zaman?”
“İstanbul’da kaç kişi yaşıyor biliyor musunuz? Ben söyleyeyim, tam elli dört milyon insan. Bu rakam çok daha fazla olabilirdi ama mecburi göç yasasından haberiniz olmuştur. Yani insanların bütün eğlencesini elinden almaya kalkarsanız, cinayette işlenir, yolsuzlukta yapılır. Cinayetler, yasakların çıkmasından sonra başladı. Eğer yasak kalkar, devlet düzgün bir kontrol sağlarsa, cinayetlerin büyük bir kısmı engellenir.”
“Anlamıyorum. Neden başka bir eğlence bulmuyorsunuz? Neden kitap okuyup, kahramanların hayatlarını taklit ediyorsunuz.”
“Cevap çok basit Volkan Bey, bunun adı gerçek yaşam. Biz monotonlaşan hayatlarımızı renklendirmeye çalışıyoruz. Size bir örnekte vereyim. Kadıköy’de bir plato kuruldu. Tabii yasaktan önce, şimdi kapalı. Platonun özelliği, savaş öyküleri sevenlere gereken atmosferi sağlamaktı. Öykünüzü sisteme giriyordunuz ve kahramanınızı belirliyordunuz, sonra her şeyi gerçek olarak yaşıyordunuz. Bu nasıl sizce? Bunun adına kontrol deniyor. Ama yönetim, kontrolü yasakla sağlamaya çalışıyor. Şimdi bütün öyküler karaborsada. Ve insanlar öfkeli. En çok satılan öyküler, maalesef sizinkiler. Şiddet ve gerilim öyküleri. Herkes birilerinin canını yakmanın yolunu arıyor. Şimdi çivi çiviyi söker kuramından yola çıkarak bu düzeni sizle bozacağız.”
“Bu aralar en çok okunan benim öykülerim olduğu için, beni seçtiniz yani. Popülaritemi kullanıp işleri tersine çevireceksiniz.”
“Bu biraz acımasızca geliyor kulağa ama tek ihtiyacımız, yazacağınız yeni öykünün bir an önce dağıtılması. Diğer her şey hazır.”
“Yeni öyküm el altından satılacak ve hükümeti devireceğiz, öyle mi?”
“Aynen öyle. El altından dağıtacağız, yani satış olmayacak. Maddi bir gelire ihtiyacımız yok.”
“Yazacağım öykü, böyle bir amaca hizmet edecek mi? Şüpheliyim.”
“Siz öykünüzü yazın, gerisini bize bırakın. Dört bin üye sizi bekliyor.”
“Ya başaramazsak?”
Lider ilk kez öfkesini açıkça belli etti. Eliyle yardımcılarından birine işaret ederek bir şey istedi. Yazara tekrar döndüğünde öfkesi silinmemişti.
“Volkan Bey, bize yardımcı olmak zorundasınız. Sonuçta bu yasa sizi idam etmenin peşinde. Ve bizleri uyuşturup robotlar gibi yaşamaya mahkûm etmek istiyorlar. Piyasaya sürdükleri grip ilaçlarında bile insanları monotonlaştıran kimyasal bileşenler var.”
“Anlamıyorum. Diyelim ki hükümet bu yasayı kaldırdı ve sizler yeniden kitap okuyup bunları yaşamaya başlayacaksınız, ya daha sonra ne olacak? Bu oyundan da sıkıldığınızda ne olacak?”
“Biz bu yasayı kaldırmak için savaş vermiyoruz efendim, biz hükümeti devirmek istiyoruz.”
“Hadi canım sizde, bu çağda hükümet devirmek o kadar kolay mı? Hele bunu bir öyküyle sağlamak.”
“Hem de çok kolay.” Lider sakindi artık. Büyük bir balık tutmanın keyfiyle yüzündeki güven arttı. “Bakın, insanlar televizyon izlemiyor, spor yapmıyor, sinemaya gitmiyor, gazete okumuyor ve mecbur bırakıldıkları hiç bir şeyi istemiyor. Dijital arkadaşlıklardan, hazır yemeklerden ve kötü müzikten bıktı. İnsanlar okumaktan ve okuduklarını yaşamaktan hoşlanıyorlar. Okudukları aşkları, maceraları, mücadeleleri yaşamak istiyorlar. Bu, hükümet için büyük bir tehdit. Biz tam bu noktada el altından yeni bir öykü yayacağız. Hem de en sevdikleri yazarın kaleminden ve taptaze. En son öykü bir yıl önce yayınlandı bunu biliyor musunuz?”
“Daha iyi anlıyorum ama anlattıklarınız beni korkutuyor, üzerimde büyük bir baskı oluşturuyor. O kadar sistematik bir kurguyu nasıl yazacağım konusu beni geriyor. Aslında bunu yapmak istiyorum. Neye mal olursa olsun, sonucu ne olursa olsun o öyküyü yazmak istiyorum.”
“Evet, bunu sadece siz yapabilirsiniz. Ben ve tüm ekibim size sonsuz güveniyoruz. Lütfen bizi bu esaretten kurtarın. Ne yazacağınızı bilmem ama halkı uyandırmamız gerek. Bu alçakça düzeni dağıtmalıyız.” Lider dişlerini sıkmış, kendini olayın büyüsüne kaptırmıştı.
“Anlıyorum.”
“Üzgünüm her şeyi hızla ve karmaşık anlatıyorum, çünkü zamanımız çok az. Sizin bütün güvenliğinizden biz sorumluyuz. On dört tane yüksek bilgisayar mühendisi ve bir o kadar da ileri güvenlik uzmanı tarafından korunacaksınız. Yazdığınız her bölüm anında üyelerimize ulaşacak ve değişim başlayacak. Şimdi kafanıza takılan başka bir şey var mı? Lütfen söyleyin bu çok önemli.”
“Aslında çok şey var aklımda ama öykümü yazacağım. Buna karar verdim zaten, yazıp size vereceğim. Sonuçta ben bunu yapmazsam işler çığırından çıkacak.”
“Hayır, çıktı bile. Her gün binlerce insan öldürülüyor.”
“Anladım, elimde olmadan yaptığım karmaşayı yine aynı yöntemle, yani yazarak düzelteceğim. Sonra da aklanacağım.”
“Sizin bir suçunuz yok demiştim ama görüş açınıza saygı gösteriyorum. Sonuçta sizin beyniniz, en iyisini kurgular.”
Tam o sırada yanlarına bir kadın geldi. Elinde bir tepsi ve üzerinde iki bardak vardı.
“Bu nedir?”
Lider gülümsedi.
“Çay efendim, organik, gerçek Karadeniz çayı, özlemişsinizdir. Malum yasakçı yönetimin, yıllar önce komik bir sebeple engellediği çay. Afiyet olsun.”
Volkan Hasanoğlu çocuk gibi sevinmişti. Uzandı ve klasik çay bardaklarından birine aldı.
“Kıtlama mı içersiniz?”
“Beni nasıl kandıracağınızı iyi biliyorsunuz.”



( 3 )



On altı gün sonra, öyküsünün ilk bölümünü bitirişinin ikinci gününde, yazarı ziyarete gelen lider, Volkan Hasanoğlu’nu daktilosunun başında göremedi. Yazar, dinlenme koltuğunda oturmuş kalınca bir kitap okuyordu. Lider, kapıyı saygıyla çalmış ve içeri girer girmez yüzündeki tebessümle odayı aydınlatmıştı.
“Efendim, muhteşem haberlerim var size.”
Yazar koltuktan uyuşuk ama meraklı hareketlerle kalkarak liderin coşkusunu karşıladığında, içindeki ümit tam anlamıyla alevlenmişti. Kitabı saygıyla koltuğun yanındaki çalışma masasının üzerine bıraktı ve liderin elini sıktı.
“Seni böyle görmek ne kadar güzel delikanlı. Anlat bakalım neler oluyor dışarıda?”
Lider çalışma masasının diğer tarafındaki sandalyeye oturdu ve yazara da oturmasını nazikçe işaret etti. Yaşlı adam konuğu kadar hızlı hareket edemiyor olsa da, yine de hatırı sayılır bir çabuklukla daktilosunun başına geçti.
“Efendim, öykünün ilk bölümünü bütün ekibimize dağıttık, şu kadarını söylemek istiyorum, okuyan herkes hayran kaldı.”
Yazar bu tepki karşısında biraz olsun şaşırdı ama bunu kuşku olarak yansıttı.
“Ağır ol bakalım, daha yirmi sayfalık bir ilk bölümden bahsediyoruz. Burada abartacak bir şey yok.”
“Ah, bu alçak gönüllülüğünüzün önünde eğilmekten gocunmuyorum. Şu an dışarıda yazdığınız Kemal karakterini oynamaya başlayan kaç kişi var, bir bilseniz.”
“Ama öykü daha bitmedi ki, hatta daha yeni başladı. Ben dâhil hiç kimse öykünün sonunda ne olacağını bilmiyoruz.”
“Doğru söylüyorsunuz ama biz öykünün bitmesini bekleyerek zaman geçirmeyi göze alamayız. O yüzden bütün inancımızla bu oyuna başladık bile. Siz ve ben haricinde, ekibimizin geri kalan her üyesi, o öykünün ilk bölümünü özümsedi bile. Yeni bölümün gelmesini iple çekiyorlar. Herkes evinde bir masa kurmuş ve masanın başında planlarını yapmaya başlamış bile. Dört bin değişik plan hazır.” Lider karşısındaki yaşlı adama o kadar gururla bakıyordu ki, kendini kaybettiğinden haberi yoktu. “Daha öykünün adını duyunca insanlar olayın büyüsüne kapıldılar. ‘Darbe!’”
Volkan Hasanoğlu liderin gözlerindeki ışıltıda yolunu bulmaya çalışıyormuş gibi, bakışlarını genç adamın gözlerinden çekmeden dinliyordu. Konuşma bitince renkler normale döndü.
“Delikanlı işlerin bu kadar hızlı ilerlemesi sence doğal mı?”
“İstediğimiz bu zaten. Hızla başlayalım ve onlar daha ne olduğunu anlamadan savunmalarını parçalayalım.”
Yazar geriye doğru yaslandı, derin bir soluk alarak düşünmeye çalıştı. Bir kahraman yaratmak, ona zaferler kazandırmak, yenilmez yapmak kâğıt üzerinde o kadar kolaydı ki, sadece daktilonun doğru tuşlarına basmak kadar basitti. Hayal ürünü düşmanlar, yazarın inisiyatifi doğrultusunda yapılan yanlışlar, kahramanın değilse bile, ona hayat veren yazarın bildiği gerçekler.
Yazar, soluğunu tuttuğunu canı yanınca anladı ve hızla soluğunu düzene soktu.
“Bak delikanlı ben yaşlı bir adamım ve anlattığın her şey benim sırtımdaki yükü daha çoğaltıyor. Baskı altında yazacağım yanlış bir şey, her şeyi mahvedebilir. Üstelik herkes plan yaptı diyorsun ama kahramanın planı daha belli değil. Sadece planlar yapmaya başladığını yazdım.”
“Endişenizi anlıyorum efendim. Siz hiç merak etmeyin. Tek bir kuralımız var, öyküde yazılanın dışına çıkmayacağız. Diğer taraftan, siz öyküyü yazarken süreç zaten sizin yazdığınız boyutta ve süratte ilerliyor. O yüzden kendinizi hiç baskı altında hissetmeyin. Ben her şeyin tahmin ettiğimizden bile iyi başladığını bildirmeye ve bir ihtiyacınızın olup olmadığını öğrenmeye geldim.”
Yazarın içi biraz olsun serinlemiş olmalıydı ki, yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu.
“Biliyor musun ikinci bölüme başladım.”
“Harika.”
“Ama durdurdum.”
Lider kaşlarını çattı. “Neden efendim? Yolunda gitmeyen bir şey mi var?”
“Hayır, tam kilit noktadayım ve stratejik bir karar vermeliyim, o yüzden iki gündür okuyorum. Önümde iki seçeneğim var ve birini seçmeliyim.”
“Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Beni sahaya çıkarman gerek.”
“Anlamadım.” Lider elinde olmadan ayağa kalktı ve tuhaf bir şekilde yazarın kapıdan çıkmasını engellemeye çalışacakmış gibi kapıya yönlendi.
Yazar şaşkınlıkla genç adamın bocalamasına baktı. “Sakin ol delikanlı, beni bir kereliğine sahaya çıkaracaksın ve söylediğim yerlere götüreceksin, daha sonra kararımı verip hızla öykümü bitireceğim.”
“Neden efendim? Öğrenmeniz gereken her şey için her birimden, her kesimden insanlarla görüştürdüm sizi. Her binanın planını, her silahın özelliklerini açıkladık size. Askeri strateji uzmanlarıyla, polis merkezinden kritik insanlarla görüşmeler sağladık. Bilmeniz gereken başka şeyler varsa hepsini size seve seve sağlayabilirim ama dışarıya çıkmanız hiç güvenli değil.” Lider korkmuştu gerçekten ve bunu belli etmekten de çekinmiyordu.
“Hepsini inceledim, herkesle görüştüm ama on beş gün içinde böylesine bir kararı vermek çok zor. Ama bir yolunu buldum. Okuduğum kitaplardan biri bana çözümü sundu. Sadece dışarı çıkıp küçük bir araştırma yapmalıyım. Bunun için müsaade edeceksin. Beni anlıyor musun? Yoksa bunca insanı saçma sapan bir rüyanın peşinden sürükleyemem.”
“Efendim dışarı çıkmanız çok tehlikeli. Sizi korumak için sarf ettiğimiz çaba her an boşa gidebilir.”
“Bütün çabalar boşa gidebilir.”
Lider yaşlı adamın kararlılığı karşısında ezildi ama içindeki coşku artarak yükselirken, başıyla yazarı onayladı.
“Ben hazırlıklara başlıyorum efendim. Başka istediğiniz bir şey var mı?”
“Evet, var. Benim öykümü oynamaya başlayan biriyle konuşmak istiyorum. Nasıl bir etki yaratmışım görmek istiyorum. Hatta o kişiyi sürekli incelemek ve analiz etmek iyi olabilir.”
“Nasıl isterseniz.”
Lider kapıdan çıktığında geride, harflerden örülü bir ağın tam ortasında yazarı bırakmıştı.



( 4 )



Lider tekrar odaya girdiğinde aradan on iki saat geçmiş, yazarı çalışma odasının diğer ucundaki uyuma koltuğunda, ilkel bir tıbbi cihazın hemen yanında kendinden geçmiş bir halde bulmuştu. Sabahın dört buçuğunda kalkması gerektiğini bilmeyen Volkan Hasanoğlu, kendini rüyalarına teslim etmiş olmalıydı.
Bir saat sonra, tam korumalı o siyah arabayla İstanbul sokaklarındaydılar. Dört araçlık çok sıkı bir güvenlik sağlanmıştı. Gidilecek yerler, geçilecek yollar, yazarın belirlediği doğrultuda ayarlanmış, her yere darbenin adamları konmuştu.
Aslında yazarın istediği yerlerin yarısından çoğu araç trafiğine kapalı olduğu için ve diğer hiçbir ulaşım aracına binmesine izin verilmediği için, gezisi yarıda kalacaktı. Yine de doyurucu bir gezi olmuştu.
Taksim meydanından geçerlerken insanları seyreden yazar, kendini tuhaf hissetti. İnsanlar sadece yürüyorlardı.
“Bir sene evveline kadar bu caddenin üzeri çok canlıydı. Panayır alanı gibiydi. Herkes bir kitabın kahramanıydı ve onu yaşıyordu. Şimdi insanlar ne kadar monoton, ne kadar kalıplaştırılmışlar değil mi?” Lider, yazarın yüzüne bakmadan derin bir kederle konuştu.
Siyah araç sahil yoluna inip Bebek istikametine ilerlerken, akıllı yolların üzerinde asılı olan elektronik reklam tabelalarında, durmadan tanıtımlar dönüyordu. Halkın devlet televizyonunu izlemesini, devlet radyolarını dinlemesini ve milli maçı seyretmek için futbol sahasına gelmesini diretiyordu. İnsanların dikkatlerini hapseden elektronik tabelalar hemen her yerdeydi.   
“Futbol maçı mı? Bu yirmi yıl önce sönen bir gelenek be, hala önümüze sürdükleri şeye bak.” Lider başını tabelalardan ayırmadan söylendi.
Yaşlı yazar, liderin imalı tepkilerini algılıyor, derinlemesine kabulleniyordu ama o istediği şeyleri kendi kabullenmeliydi.
Tabelalarda yirmili yaşlarda bir futbolcu, önündeki topu sektiriyor, ekrana gülümseyerek kaleye şut çekiyordu. Görüntü topla beraber ilerliyor, filelerde milli takımın logosu çıkıyordu. Aracın hızıyla tabelalardaki zamanlama iyi ayarlandığı için, bütün tanıtım rahatça izlenebiliyordu.
“Eskiden insanlar sahile, gökyüzüne ve birbirlerine bakarlardı. Oysa şimdilerde her yer ekran olduğu için, nefes alacak yerimiz kalmadı.”
Yazar hiç konuşmadan ve hiç not almadan dışarıyı seyretmeye devam etti. Üç buçuk saat sonra, hiçbir güvenlik sorunu yaşanmadan geri dönmüşlerdi.
Volkan Hasanoğlu, çalışma masasına oturduğu zaman arkasına yaslandı. Lider bir arzusu olup olmadığını sorduğunda ise, yazarın gözlerinde derin bir kaygı gördü.
“Delikanlı, olayları biraz abarttığını zannediyordum ama bugün gördüğüm manzara bana her şeyi açıkladı. Haklıymışsın. Bu halkın darbeye ihtiyacı var.”
“Bizi anladığınız için teşekkür ederim efendim.”
“Senden bir şey daha isteyeceğim. Yazıma başlamadan biraz içkiye ihtiyacım var.”
Lider bir an durakladı ama sonunda çözüldü. “Ne içmek isterseniz efendim, söylemeniz yeter.”
“İki duble rakı.”
“Çok iyi seçim efendim.”
Lider başıyla onaylarken gülümsüyordu.



( 5 )



 Bir buçuk ay içerisinde, bir edebiyatçının bu yasakçı düzeni, bu denli hızlı değiştireceğini hiçbir tarihçi tahmin edemezdi.
Volkan Hasanoğlu çalışma masasındaki ilkel daktilosunun başında, bir buçuk ayda ancak kırk sayfa yazabilmiş, geri kalan zamanını el altından toplattığı tarih ve strateji kitaplarını inceleyerek, günde en az on uzmanla görüşerek geçirmişti. Şimdi bir yönetimi devirmek, bir düzeni yıkmak için yazıyordu. Üstelik karşısında milyonlarca polis, uzman ve bilimci vardı.
Artık son hamledeydi sıra. Öyküsündeki kahraman, darbe girişimi için gereken çalışmayı yapmış, kendine halktan bir ordu kurmuş, bütün sistemin açıklarını saptamış ve malzeme depolamıştı. Darbe için birkaç sayfa yeterli olacaktı.
“Merhaba efendim. Karşınızda saygıyla eğilmekten gocunmam. Buyurun en sevdiğiniz meyveler.”
Volkan Hasanoğlu önüne konan gerçek meyvelerden birini aldı ve ısırırken büyük bir keyif duydu. Elmanın ekşiliği yanaklarının mayhoşlaşmasına sebep oldu.
Yazarın hizmetiyle ilgilenen genç kadın, saygıyla odadan çıkarken, daktilonun başındaki adama umutla bakınca, Volkan Hasanoğlu’nun yine içi ürperdi. Bu her karşılaşmalarında böyle oluyor, kadın minnetle her baktığında yaşlı adamın kalbi çatırdıyordu. Her şey yolundaydı ama o kadındaki umut kendisini korkutuyordu. O umudu taze tutması, o güveni kaybetmemesi gerekiyordu. Diğer yandan kadını her gördüğünde, o umudun taze olduğunu, işlerin yolunda gittiğini anlıyordu.
Düşünceleri hastalıklı bir hal almaya başladığı sırada, odaya lider girdi. Yüzü gülüyordu. Yanında yirmili yaşlarda ama kendinden emin bir genç vardı. Genç, yazarı karşısında görünce büyük bir saygıyla gülümsedi ve başıyla onu selamladı.
“Efendim, karşınızda saygıyla eğilmekten gocunmam.”
“Hoş geldin delikanlı. İsmin nedir?”
“Kemal, efendim.”
“Demek ismin Kemal, öyle mi?”
“Evet efendim.”
“Peki, Kemal komutanım, kaç askerin var?”
“Kırk dört subay, yüz on iki astsubay ve dört yüz seksen beş tane er ve erbaşım var.”
“Hepsi silahlı mı peki?”
“Altmış tane hafıza bombasına ihtiyacım var ve onları temin için liderimizin yanına geldim efendim.”
“Hafıza bombasını bana açıklar mısın genç Kemal?”
Genç Kemal, liderine döndü ve bu gizli bilgiyi verip veremeyeceğini bakışlarıyla sordu. Lider sakallarını kaşıdığı eliyle devam etmesini işaret etti.
“Hafıza bombası, atıldığı yerden üç yüz metre civardaki tüm hard disk hafızalarını silen, sessiz, kokusuz ve iz bırakmayan bir silahtır. Hükümetin böyle bir silahtan haberi olmadığı için, savunma silahı geliştirememişlerdir.”
Yazar silah hakkında çok daha fazla bilgiye sahipti ve silahın geliştirilmesinde birçok fikir beyan etmişti ama karşısında kendi yarattığı bir kahramandan bunları duymak onu çok fazla rahatlatıyordu.
“Çok güzel ama sadece hafıza bombası mı kullanacaksınız?”
“Hayır efendim, askerlerim gereken eğitimden geçti ve gereken silahlarla donatıldı. Öykünün son bölümündeki hareket planına uyarak, oldukça kapsamlı bir darbe gerçekleştireceğimizden eminim.”
Yazar korku ve gurur karışımı bir ses tonuyla karşısındakini sınamaya devam etti. “Demek bu kadar eminsin, söyle bakalım nasıl emin olabiliyorsun?”
“Biz yazılmış bir öyküyü yaşıyoruz efendim. Darbe girişimi, eğer öyküde gerçekleşiyorsa, bizde onu yaşayacağız. Bu yüzden her şeyi harfiyen yerine getiriyoruz.”
“Peki, genç Kemal son bir soru soracağım ve seni zaferini yaşaman için rahat bırakacağım.”
“Gocunmam efendim.”
“Gerçek adın nedir?”
Genç Kemal duydukları karşısında bir an afalladı. O büyük zafer kazanacak bir komutandı, o yüzden hemen kendine geldi. Tekrar liderine baktı ama bu sefer hiçbir tepki alamadı.
Yazara döndü ve gururla konuştu.
“İsmim Kemal efendim. Kırk dört subay…”



( 6 )



Dikkatle yazmaya devam etti. Baskı, endişe ve yorgunluk dünyasını balçık gibi sararken, bunlar kendini çok daha fazla işine vermesine yol açtı. Yazdı, yemek yedi, yazdı, uyudu ve sonunda sıra darbenin düğmesine basmaya geldi. Artık birkaç cümle yazacak ve büyük bir orduyu harekete geçirecekti. Son hamleyi yapmadan önce lideri çağırmak için kapıya yöneldi.
Üç dakika sonra lider kapıdan girecekti, yazar bu kadar bile beklemek istemiyordu. Yazdığı öyküye o denli kendini kaptırmıştı ki, dışarı çıkıp kendisi de bir ordu kurmak istiyordu. Beyni hariç her yeri uyuşmuş, vücudu dört duvar arasında kalmaktan solmuştu.
Kısa bir an sonra saçma düşündüğünü kabul edip, mahkûm olduğu daktilosunun başına geçip, beklemeye başladı. Lider içeriye girdiğinde yorgun ve yaşlı bir adamla karşılaştı.
“Karşınızda saygıyla eğilmekten gocunmam. Bitti mi efendim?”
“Teşekkür ederim. Hayır, bitmedi ama bitmesi için birkaç cümle yazmam yeterli olacak. Önce anlat bakalım nasıl gidiyor?”
“Tek kelimeyle muhteşem.”
“Öyle mi?”
“Evet efendim her şey yoluna girdi. Herkes öykünün son bölümünü bekliyor.” Lider saygılı hareketlerle çalışma masasının yanına ilişti, içindeki coşkuyu dışarı vurarak konuşmasına devam etti. “Siz öyküye başladığınızdan beri, tam dört bin sekiz yüz on iki kişi, sizin yarattığınız karakteri oynamaya başladı. Yani bu sayıyı, onların bulduğu halk ordusuyla çarparsanız, korkunç bir direniş oluşmuş durumda.”
“Bunları biliyorum, hükümet hala benim öykümü fark edemedi mi?” Sesindeki gerginlik, ıslanmış bir yaprak gibi parıldıyordu.
“Öykünüzden haberdarlar.”
“Ne olacak peki?”
“Efendim siz farkında değilsiniz galiba ama devlet, öykünüzdeki gizliliği çözemedi, çaresizce çırpınıyorlar. Sadece biraz daha acele etmemiz dışında korkulacak hiçbir şey yok. Çok yakında dünya eski düzenine dönecek efendim.”
“Anlıyorum. Hükümetin geliştirdiği başka bir güvenlik önlemi falan var mı? Bana bütün savunma sistemlerinin ayrıntılarını verdiniz değil mi? Son anda bir sürprizle karşılaşmayalım.”
“Efendim, devletin içinde direnişçi ajanlarımız var. Hatta sizin kahramanınızı oynayan bir düzine devlet adamı bile var. Bize sistemden sürekli bilgi sızdırıyorlar.”
“Koca hükümet bu öyküden haberdar ve bunun için bir tedbir almadı mı yani? Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?”
“Efendim, şöyle açıklayayım, siz öykünüzü yazarken, bu kapının dışındaki büyük bir ekip bu planın gerçekleşmesi için bütün detayları en ince ayrıntısına kadar inceliyor ve yönetiyor. Bunu yaparken benim bile tahminimden fazla bir oluşumla çalışıyoruz.”
“Vay be. Ben olayın ciddiyetini algılayamıyorum. Sonuçta sahada değilim, bu dört duvar arasında sizlerin sözlerinizle ilerliyorum.”
“Muhteşemsiniz efendim. Birkaç gün sonra bu ülkenin kahramanı ilan edileceksiniz. Ve eğer kabul ederseniz, benimle birlikte devletin başına geçmenizi istiyorum.”
Volkan Hasanoğlu gülümsedi. Bu acı bir gülümseyişti aslında. Bu vaatlerin peşinde değildi muhakkak ama korkmaya başlamıştı. Eğer her şeyi eline yüzüne bulaştırırsa ne olacaktı?
“Sizden bir şey isteyeceğim. Son cümlelerimi yazmadan bu isteğimi yerine getireceğinizi umuyorum.”
“Her türlü isteğiniz, sorgusuz yerine getirilecektir. Buyurun.”
“Sorgusuz değil mi?”
“Kesinlikle!” Lider gururluydu.
Ne olabilirdi ki?
“Bana bir silah bulmanızı istiyorum.”
Liderin yüzü karmakarışık oldu.
“Silah mı dediniz? Neden efendim?”
“Sorgusuz demiştiniz ama.”
Lider gerildi. “Anlıyorum silahı bulacağım ama nedenini öğrenmek istiyorum. Bunu sorgu olarak almayın.”
“Bak delikanlı, ben kontrolüm dışında bir savaş başlatmak üzereyim ve bu savaşta çok kan dökülecek. Eğer bu savaşı ben başlatacaksam bir silahım olmalı. Bunu anlamanı bekliyorum. Silahsızken ve o iğrenç aletin soğukluğunu hissetmezken nasıl böyle bir şey yapabilirim.”
“Silahı güvenliğiniz için mi istiyorsunuz?” Lider biraz alınmış gibiydi.
Yaşlı adam gülümsedi. “Bak delikanlı benim bir şeyden korkacak yaşım çoktan geçti. Bu konuda için rahat olsun. Sana daha fazla açıklama vermeyeceğim. Silahı getirdiğinde öykünün sonunu alırsın. İşte anlaşma.”
Lider kalbini saran ateşi hissedince ne yapacağını bilemedi. Aklına mantıklı birkaç açıklama geliyordu muhakkak ama öylesine büyük bir savaşı yönetiyordu ki, bazen olayları akışına bırakmak zorunda olduğunu biliyordu. Mecburdu ve söyleneni yapacaktı. Yazarı selamladı. Bakışlarıyla ve ifadesiyle ona olan hayranlığını anlattı. Daha sonra yazarın karşısında eğildi ve kısa bir süre o şekilde bekledikten sonra doğruldu. Bunu ömründe ilk kez yapıyordu.
“Karşınızda saygıyla eğiliyorum efendim.”



( 7 )

   

Sorgusuz, bir silah temin edildi.
Volkan Hasanoğlu öyküsünü bitirdi ve teslim etti. Dört bini aşkın ayrı ordu, darbe girişiminde bulundu. Çok kan döküldü. Hükümet darbe girişimine boyun eğmedi ama çok yıprandı. Tarih kitapları yeniden yazılmaya başlandı, ilk yazdıkları olay bu savaş olacaktı. Dört binden fazla mensubu olan, dört binden fazla orduyla savaşan bir devletin çaresizliğini yazacaklardı.
En çok hafıza bombalarından etkilendi devlet. Yazılı hiçbir döküm bırakmayan çokbilmişler, ellerindeki tüm verinin silindiğini anlayınca, yıkılmaktan beter oldular. Sadece akılda kalan yasalarla hiçbir şey yapamayacaklarını bildikleri için, çaresiz kaldılar.
Darbeciler öyküde yazdığı gibi ilk saldırının ardından, ana şok saldırıya hazırlanıyorlardı. Bundan kurtuluş yoktu elbette. Her bir ordunun lideri Kemal, askerlerini tekrar topladı ve onlara ömürlerinin en önemli konuşmasını yaptı. Yarınki saldırı son olacaktı.
Tamda öyküde yazıldığı gibi.
Lider, zafere bir karış kaldığını bildirmek için yazarın çalışma odasına girdiğinde, onun cansız bedeniyle karşılaştı. Aklına bu olasılık gelmişti ama bunu engelleyecek kudreti olmamıştı.
Lider dediğin olayları kabullenmeliydi ve her şeye hazırlıklı olmalıydı ama nihayetinde o da bir insandı. Gözleri doldu ve yaşlı yazarın cansız bedeninin karşısında bir süre saygıyla bekledi. Ona çok daha fazla saygı duydu, ona çok daha fazla minnet duydu. Başını eğerek bir süre daha bu pozisyonda kendince tören yaptı.
Bu haberi, zaferlerini ilan edinceye kadar duyurmayacaktı. Yeni kuracağı hükümetin başına geçtiğinde, Volkan Hasanoğlu’nu kahraman ilan edecek ve devlet töreni düzenleyecekti.
Yazarın daktilosunda bir kâğıt vardı.
Lider titreyen elleriyle kâğıdı aldı ve okudu.
“Asla vazgeçmeyin. Öyküdeki kahraman öyle birini örnek alıyordu ki, eğer ona inanırsanız, Türkiye Cumhuriyetini kuran kahraman gibi, sizi kurtaracaktır.”



SON

                                             ( DARBE )
EROL ÇELİK
2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder